6 Eylül 2009 Pazar

DERS ALINACAK ÖYKÜLER - 7 -


ÜÇ HEYKEL


İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu.Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.Başka çaresi olmayan . hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı.Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı:


"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir."


"Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir."


"En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. "

24 Ağustos 2009 Pazartesi

DERS ALINACAK ÖYKÜLER -6-


BALIKÇI VE YAŞLI İŞ ADAMININ ÖYKÜSÜ

Balıkçının öyküsü, basit bir hikayedir, sonu çok basittir ama o basitlik, amaç ve araç hakkında çok şey anlatır.

Bir zamanlar küçük bir sahil kasabasında, mutlu mesut yaşayıp giden, otuzuna merdiven dayamış, bir balıkçı varmış. Hergün sabah kalkar, kayığına atlar, denize açılır, öğlen güneşi tepeye çıkana kadar balık avlar, öğlen güneşi tepeye varmak üzereyken limana gelir, topladığı balıkları, hemen orada yapılan mezatta satarmış. Balıklardan kazandığıyla, ailesi ile birlikte mutlu yaşayıp gidermiş balıkçı.


Derken günlerden bir gün tam da mezat sırasında, iyi giyimli yaşlı bir bey balıkçının yanına gelmiş ve balıkların hepsini toptan almak istediğini, misafirlerinin İstanbul’dan geleceğini, onlara ikram edeceğini söylemiş. “Ne kadar istersin hepsine?” demiş.
Balıkçı her gün mezatta satabileceği fiyatı söylemiş. Yaşlı ve iyi giyimli adam,


“Ben İstanbul’da bunun bir porsiyonuna bu parayı veriyorum! Sudan ucuz vallahi” demiş.


“Burada balık çok. O yüzden burada balık bu fiyata. İstanbulu bilemem” demiş balıkçı.


“Sana bir on kağıt versem, bunları eve kadar getirir misin? Gelirken arabayı getirmedim de!”


“Olur” demiş balıkçı ve balık kasasını aldığı gibi ihtiyar adamla yürümeye başlamış. İhtiyar adam büyük bir şirketler topluluğunun sahibiymiş. Şimdi şirketlerini oğluna bırakmış ve kendisini dünyayı dolaşmaya vermiş. Burası dünya turundan sonra uzun yerleşmek istediği ve emekliliğinin keyfini sürmeyi istediği kasabaymış. Yakın zamanda kendine bir motor almayı ve sık sık balığa çıkmayı istiyormuş.


“Demek balık çok burada. Günde kaç saat çalışıyorsun? ”


“Sabah çıkıyorum, öğlene kadar çalışıyorum”


“Öğlene kadar mı?”


“Evet” demiş balıkçı.


“Peki öğleden sonra ne yapıyorsun?” demiş ihtiyar adam.


“Öğleden sonra da, dinleniorum, ailem ve arkadşlarımla zaman geçiriyorum.”


“Tembelik ediyorsun yani” demiş bıyık altından gülerek yaşlı adam.


“Tembellik mi? Yoo..


O sırada, iş adamın evine ulaşmışlar. Bahçeyi geçip evin kapısına gelmişler. Balıkları derin dondurucuya koyup tekrar bahçeye çıkmışlar. Yaşlı adam parayı balıkçıya vermiş. Sonra yaşlı iş adamı bu iyi kalpli balıkçıya bir iyilik yapmaya hatta belki de balıkçıyı zengin bir adam yapmaya karar vermiş.
Eh ne de olsa bu güne kadar yüzlerce adama yüzlerce kere tavsiyelerde bulunmuş, yüzlerce konferansta gözlerinin içine bakan genç öğrencilere ve genç girişimcilere fikirlerini anlatmıştı. Bu balıkçı da artık bunu hak etmiş olmalıydı. Belki de bir gün zengin bir balıkçı olarak karşısına gelecekti ve siz bayım, hayatımı değiştirdiniz diyecekti. Yaşlı iş adamı ise, mağrur bakışlarla, kaderini değiştirdiği yüzlerce zengin kişiye baktığı gibi bakacak, “Ben bir şey yapmadım, sadece kendi potansiyelinin farkına varmanı sağladım diyecekti.
Oysa, yaşam ironik süprizlerle doludur ve hayata kendi penceresinden bakan kişilere bu süprizleri sunmaktan pek ustadır. Yani öykünün sonunda kimin zengin, kimin ise fakir olacağına hayatın kendisi karar verir.
Yaşlı adam, balıkçının parasını verdikten sonra, “Hele şurada bir soluklanalım” demiş bahçedeki kamelyayı göstererek. “Sana anlatmak istediğim bazı şeyler var. Daha çok gençsin ve önünde uzun bir ömür var”
Balıkçı, ihtiyar adamın teklifine şaşırsa da, adamın ses tonundaki yardımseverlikten ve


meraktan kamelyaya oturup adamı dinlemeye başlamış.


“Günde kaç kilo balık tutuyorsun” demiş yaşlı adam.


“On veya onbeş kilo” demiş adam.


“Demek tam gün çalışsan otuz kırk kilo balık tutacaksın. Vay canına, burada balık gerçekten çok. Bu ciddi bir rakam.”


“Nasıl yani! Anlamadım” demiş balıkçı.


“Ayda yirmibeş gün balığa çıksan. Yirmibeş çarpı onbeş o da eşittir üçyüz yetmiş beş kilo eder. Bir ayda teknene bir motor alırsın ve tutacağın balık miktarı da iki katına çıkar.”


“İyi de bu ne işime yarayacak ki” demiş balıkçı.


“Sen beni anlamadın galiba. Sonra bir kaç ayda ikinci bir tekne ve motor alırsın. Hatta büyük bir motor alırsın.”


“Peki o kadar motoru kim kullabacak. Bir balıkçıyım ben!” demiş balıkçı şaşkın.


“Demek yavaş yavaş anlamaya başladın. İşte burası çok önemli. Artık patronluğa adım atıyorsun. Bir kaç adamı yayına alacak ve onları çalıştırmaya, diğer tekneleri onlara kullandırmaya ve daha çok balık tutmaya başlayacaksın.”


“İyi de bu kadar balığı ne yapacapım. Onu anlamadım! Burada kimse o kadar çok balığı yemez ki!”


“Üstüne iyilik sağlık. Hiç güleceğim yoktu. Geniş düşüneceksin, ileriye doğru geniş bakacaksın. Şimdi, o balık satışından ayırdığın parayla bir soğuk hava deposu kuracaksın. Belki biraz kredi de alman gerekebilir. Neyse, balıkları orada depolayacak ve anlaştığın bir lojistik firmasıyla balıkları istanbula göndereceksin.”
Balıkçı, yaşlı adamı hayretle dinliyormuş. Ona “Peki sonra ne olacak?” demiş.


“Sonra mı? Gördün mü, her şey kendi kendine oluşuyor. Eğer ipin ucunu yakalarsan ve doğru zamanda doğru hamleyi yaparsan turnayı gözünden vurursun. Deken işleri iyice büyütecek ve daha büyük motorlar alacak ve filonu genişleteceksin. Sadece bu kasabada değil, bu kente iş yapmaya başlayacaksın.


“O zaman o soğuk hava depoları da yetmeyecek. Sonra ne olacak o kadar balık. Helak mı olacak?” demiş balıkçı.


“Bak, her sorun bir fırsat aslında. Sorular, fırsatların kapılarıdır. Yeter ki doğru soruyu sormasını bil. Balık çoğalınca, bir balık işleme fabrikası kuracaksın. Konservesini yapacak, yağını çıkaracak, tüm ülkenin en iyi balık firmasının sahibi bile olabilirsin.”
Balıkçı, kendini koca fabrikanın patronu olarak düşlemiş. Yüzlerce işçi, yüzlerce balık. Yavaş yavaş üzerine bir ağırlık gelmeye başlamış. “İyi de bu benim ne işime yarayacak.


“Çok zengin olacaksın. İşi iyice genişletip tüm ege ve akdenizde bu tesislerden kuracak hatta karedenizde bile bu tesislerden açacaksın. Çok zengin olacaksın, çok ” demiş yaşlı adam. Anlatırken balıkçıyı da hayal ediyor ve onun o halinden keyif alıyormuş. Sanki kendi yükselişi ve şirketinin yükselişi gibiymiş balıkçının durumu.


“Çok zengin olmak ne işime yarayacak? Para her şey demek değil ki!” demiş balıkçı.


“Bak burada haklısın. Para bir süreliğine nefsini idare ediyor ama sonra paraya karşı köreliyorsun. Bu sefer, ün, başarı ve güç giriyor hayatına. Her yerde insanlar önünde iki büklüm oluyor. Bir sürü insan ağzından çıkacak tek kelimeye bakıyor. Her yere davet ediliyorsun. Yüzlerce binlerce iş adamı konferanslarda ağzından çıkcak o sihirli başarı kelimesine odaklanıyor. Gençler üniversitelerde ağzı açık seni dinliyor. Alında bunu sana anlatamam, yaşamak lazım.”


“Peki, tüm bunlardan sonra neler olacak?” demiş balıkçı.
Yaşlı adam, balıkçının meraklandığını ve hecesleniğini düşünmüş.


“Sonra şirketlerin büyüdükçe sen yaşlanacaksın ve dişinle tırnağınla kazandığın bu başarı imparatorluğunu emanet edecek birilerini arayacaksın. Bu aşamada iyi eğitimli çocukların devreye gircek ve şirketi onlara, başarıan başarı katsınlar diye devredecek onları uzaktan kontrol edeceksin. Onlardan emin olduğunda ise kenara çekilecek ve başarının tadını çıkarmaya başlayacaksın.” Burada biraz urmuş ve geniş bir soluk almış yaşlı adam.


“En tatlı kısım burası. Artık yaşlandın ve yoruldun. Belki de benim gibi yetmiş yaşına geldin. Artık şirketleri bırakıp güzel bir sahil kasabasında güzel bir ev, güzel bir motor alacak ve hayatının sonlarını bu muhteşem sahil kasabasında geçirecek ve hayatının son yıllarını mutluluk içinde geçireceksin.”


Balıkçı ihtiyar adama bakmış, bahçeden görünen denize bakmış.


İyi de ben zaten “Şu anda senin dediğini yapıyorum” demiş.


“Nasıl yani?” Demiş ihtiyar adam.


“Ben küçük bir balıkçıyım. Mutluyum. Bu kadar kazanmak bana yetiyor. Anlattığın şeyi zaten şu anda yapıyorum, o zaman dediğin şeyleri yapmama ne gerek var. Tüm bunları zaten şimdi yapıyorum. Mutluluğumu çalışma ve para karşılığı verip, en sonunda yıllar sonra o mutluluğa kavuşmaktansa, şimdi yaptığım gibi daha mutlu olabilirim değil mi? Bunun için çok paraya ihtiyacım varmı?”


İhtiyar iş adamı bir anda, yıllarının nasıl gittiğini, nasıl kendisini yıprattığını, daha da önemlisi amaç ve aracı birbirine nasıl karıştırdığını fark etmiş.


“Sen benden daha zenginsin balıkçı. Böyle devam et.” demiş iş adamı.
Balıkçı ihtiyar adama veda edip, sahile doğru yürürken, ihtiyar iş adamı, gelecek haftaki konferansında söyleceği ve herkesi etkiyecek o sözleri aklından geçiriyormuş.


“İş amaç değildir. İş daha mutlu yaşamak için bir araçtır. İşinizi severseniz, bu araç daha iyi çalışır. Amaç, mutlu bir yaşam sürmektir. Amaç gideceğiniz yerdir. İş sizi gideceğiniz yere götüren ve yolda sizi taşıyan araçtır. Önemli olan varacağınız yer yani mutluluktur. Bazı insanlar araca o kadar çok odaklanırlar ki nereye gideceklerini unutup kaybolup giderler”

16 Ağustos 2009 Pazar

DERS ALINACAK ÖYKÜLER ( 5 )


GELİNCİK HİKAYESİ


Hayatta hiç birşey göründüğü gibi olmayabilir. Önyargı iki ucu keskin bıçaktır.
Önyargı ve bencillik duygusu herkesin kolaylıkla içine düşebileceği iki büyük tuzak.

Her konuda ne kadar önyargısız olursak o kadar gerçeğe ve doğruya yaklaşırız.
Ön yargıyı çok güzel anlatan bir hikayeyi paylaşmak istiyorum.


Günün birinde uzaklarda bir köyde çocuğu doğmadan kocası ölmüş ve tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar.

Gelincik vefalıdır. Kadının yanından bir an bile ayrılmaz.

Her ne kadar evcil bir hayvan olsamasa da zamanla oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar Tek başına tüm zorluklara göğüs görmek ve yavrusuna bakmak zorundadır.

Günler geçer ve kadın bir gün bir kaç dakikalığınada olsa evden ayrılmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yanlız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür.

Anne çıldırmışcasına Gelinciğe saldırır ve oracıkta hayvanı öldürür.

Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir. Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür.

Einstein´in söylediği rivayet edilen bir söz var:

"İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor"


ÖNYARGININ OLMADIĞI ! HAYATLARINIZ OLMASI DİLEĞİYLE...

28 Temmuz 2009 Salı

BAŞARININ SIRRI NE İSTEDİĞİNİ BİLMEKTE GİZLİ....


Sizlerle paylaşacağım bu hikaye özellikle hayatlarını bahanelerin arkasına sığınarak yaşayan kişiler için...bahaneleri bir kenara bırakalım ve kendimiz ile yüzleşelim, ellerimizi tutup hayatımızın peşinden koşalım.. geçiyor çok hızlı geçiyor....kalkın ve yapmak istedikleriniz için bir adım atarak başlayın koşmaya...

Şimdi hep beraber küçük Esranın yazdığı büyük hikayeyi okumaya başlayalım.

Elazığ'da doğan ve yaşayan küçük Esra'nın, ilkokulu bitirdikten sonra çok iyi Anadolu liselerini tutturmasına rağmen ihtilal öncesi ortamın karışıklığını öne süren babası tarafından okuması engellendi.

Esra, çok genç yaşta evlendirildi; ardından üç çocuk annesi oldu.

İlk oğlu Emrah'ın Anadolu lisesi sınavlarında iyi bir netice alacağını düşünürken, Emrah 100 sorudan sadece 15 net çıkarabildi. Anne Esra, şoke olmuştu. Bu durumu kabul edemiyordu.

İlkokul mezunu olduğu halde, oğluna çok tempolu bir şekilde ders çalıştırmaya başladı. Önce kendisi öğreniyor; ardından oğluyla birlikte çalışıyorlardı. Ailedekilerin ve çevredekilerin bu çabalardan çok fazla umudu yoktu.

Ne var ki, Emrah sömestr tatilinden sonra netlerini 100 soruda 96'ya kadar çıkardı. Girdiği sınavda Türkiye'de ilk 500'e, Elazığ'da ilk 5'e girdi. Dershanesinde ise 120'ncilikten birinciliğe yükseldi.


Esra Gülmez, çok sevinçliydi. Ehliyet almak üzere bir kursa yazılmaya gitti. Kurstaki görevli eğitimini durumunu sorunca ilkokul mezunu olduğunu söyledi. Görevli de kendisine dışarıdan mı bitirdiğini sordu. Bu olay, anne Esra'nın yüreğini burktu. Hem eğitim durumu sorulduğunda neden "Ben üniversite mezunuyum" diyemiyordu ki?

Kurstan eve döndükten sonra eşi ile konuştu. "Ben" dedi, "ortaokulu, liseyi bitirmek istiyorum. Sonra da üniversiteye gitmeyi düşünüyorum."

Eşinin de desteğini alan, bir taraftan üç çocuklu bir ailenin sorumluluğunu üstlenen anne Esra Gülmez, dışarıdan ortaokul ve lise bitirme sınavlarına girmeye karar verdi. Karar verdikten sonra çok kısa bir sürede iki ay içinde önce ortaokul diplomasını, ardından ise lise diplomasını almaya hak kazandı. Oğlunu sınavlara hazırlarken tüm okul içeriğini öğrenmiş ve çok zorlanmadan sınavları geçmişti.


Şimdi sıra üniversite sınavındaydı. Üniversitede örgün eğitim yapan bir bölümü kazanmak, açık ortaokul ve liseyi bitirmeye benzemezdi. Ancak sınavı kazanacağına yürekten inanıyordu.

1995 yılında Fırat Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü kazanarak üniversite öğrenimime başladı. Üç çocuk annesi bir kadın nasıl üniversite okuyacaktı? Vizeler, finaller derken okulu uzatmadan 1999 yılında iyi bir dereceyle mezun oldu.

Yetmedi. Şimdi master yapmak istiyordu. Bu kadarı da uçuk bir hayaldi, bir anneydi o. Anneler master yapmaz, sadece çocuk büyütürdü. Derken 1999 yılında mezun olduktan hemen sonra aynı bölümde yüksek lisans öğrenimi görmeye başladı.

2001 yılında yüksek lisans öğrenimini tamamladı ve yine aynı yıl aynı bilim dalında doktora programına kabul edildi. 2007'nin Ağustos ayında doktorasını tamamladı.

Küçük Esra, önce anne Esra olmuş, ardından öğrenci Esra olmuş ve doktoranın tamamlanması ile birlikte Dr. Esra Gülmez olmuştu. Doktora tezi oldukça ilginçti; televizyonun ev kadınlarının gündelik yaşamlarını nasıl etkilediğini araştırdı. Kadınların yaşamlarında televizyon dizilerinin etkisi o kadar ilginçti ki, tezi ulusal gazetelerde bile haber oldu.

Bu arada mezuniyetinden itibaren Elazığ'da, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı değişik okullarda sınıf öğretmenliği yapıyordu.

Şu anda özel yetenekli çocukların eğitim gördüğü Elazığ Bilim ve Sanat Merkezi'nde rehberlik biriminde öğretmenliğe devam ediyor.


Dr. Esra Gülmez'in büyük oğlu Emrah, Bilkent Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Şu anda Hollanda'da çalışıyor.

İkinci oğlu Yunus Taha Hacettepe Eczacılık'ta öğrenci, üçüncü oğlu Emre ise Amerika'da Berkeley Üniversitesi'nde öğrenci.

Teşekkürler Esra Gülmez. Bizlere gerçekten istediğimiz herşeyi yapabileceğimizi gösterdiğiniz için, teşekkürler hayatta bahanelerin arkasına saklanmanın sadece hayatı ıskalamaya neden olduğunu anlattığınız için...

Hayatımızı kovalayalım, kaybedecek vakit yok..hayat çok hızlı koşuyor.

Sevgiyle kalın...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

KOPYALAMANIN SIRRI...


EĞER ELDE ETTİĞİNİZ SONUÇLARI BEĞENMİYORSANIZ YAKLAŞIMINIZI DEĞİŞTİRİN.

Size öncelikle küçük bir hikaye anlatmak istiyorum..

Faturalarını ödemekte güçlük çeken orta yaşlı yönetici, gösterişli bir binada bürosu bulunan tanınmış finans danışmanıyla buluşmak için randevu alır.

Yönetici uzmanın şık dairesine girdiğinde bir sekreter yerine iki kapı tarafından karşılanır. Birinci kapıda " Yönetilen " ve diğer kapıda "kendini yöneten" yazıları bulunmaktadır.

Adam "Yönetilen" yazılı kapıdan içeri girer ve burada iki kapıyla daha karşılaşır. Kapıların birinin üzerinde "40.000 $ dan az kazanan", diğerinde ise "40.000 dan fazla kazanan yazmaktadır.

O, 40.000 $ dan daha az kazandığı için bu kapıdan girer ve iki kapıyla daha karşı karşıya gelir. Soldaki kapıda "Yılda 2.000 $ dan fazla tasarruf yapan" sağdakinde "2.000 $ dan daha az tasarruf yazan yazıları bulunmaktadır.

Yönetici yılda yalnızca 1.000 $ tasarruf yapabilmektedir, bu nedenle sağdaki kapıdan girer ve sonuçta kendisini binanın dışında bulacaktır.

Hikayemizdeki yönetici, farklı kapıları açmayı seçmeye başlayıncaya kadar asla durumu değişmeyecektir.

Bu öykün ana fikri pek çok kişinin yönetici gibi olduğudur.Onlar kendilerini başladıkları yere geri getiren yaşam kapılarından girmeyi seçerler.

İnsanların farklı sonuçlar elde etmelerinin tek yolu, farklı kapılardan girmeyi seçmeleridir." Eğer herzaman yaptığınız şeyi yapmaya devam ederseniz, her zaman elde etmiş olduğunuz şeyi elde etmeyi sürdürürsünüz.

Dünyada insanların çoğu finansal anlamda boşuna uğraşın içindedirler. Tasarruf yapabilecek bir kazançları yoktur. Bu durum dünya nüfusunun % 95 için böyledir.

Peki siz kapıları açarken %95 lik kesimin içinde olacağınız finans kapılarınımı açıyorsunuz yoksa, % 5 lik ekonomik olarak bağımsız, hatta zengin olmanızı sağlayacak kapılarımı açıyorsunuz.

İnsanların çoğu %95 lik kesimde olduğu için ve maaşa bağlı olarak çalışan birbirlerini kopayaladıkları için yanlış kopyalama yapıyorlar.


KOPYALAMADAN ÖNCE DÜŞÜNÜN

Yaşamdaki her şey gibi kopylamanında kötü bir yanı vardır.Gerekli gereksiz herşeyi kopyalarız, malesef düşünme alanındaki tembelliğimiz için kullandığımız bahanelerden biri kopyalamadır.

Bununla ilgili güzel bir hikaye anlatmak istiyorum.
Dükkan sahibi yıllar boyunca, hergün öğle vaktinde dükkanın önüne gelerek, büyükbabasının saatinden kendi saatini ayarlayan bir adamı görüyordu.
Dükkan sahibi bir gün merakını gidermek için adam dükkanın önüne geldiğinde dışarı çıktı ve ona neden hergün saatini ayarladığını sordu.
Adam gülümsedi ve yanıt verdi,"Her sabah beşte işe başlama düdüğünü çalarım ve saatimin tam olarak doğru olduğundan emin olmak istiyorum."
Yaşlı dükkan sahibiona şaşkınlıkla baktı ve ardından kahkahalarla gülmeye başladı. Adam bir adım geriledi ve "Bu kadar komik olan şey nedir?" diye sordu.
"Özür dilerim" diye yanıtladı dükkan sahibi, "ben kabalık yapmak istemedim. Ancak gülmek zorundaydım. Çünkü yıllar boyunca büyükbabamın saatini sizin 5 düdüğünüze göre ayarlıyordum!" dedi.

Bu hikaye kopyalamnın kötü bir örneğidir.Başkalarını kopyalarız önemli olan doğru insanları kopyalamaktır.
Çoğu insan ekonomik rüyalarını gerçekleştirmenin tek yolunun iş olduğunu düşünür. Onlar belki de zenginliğin başka kaynaklarının olduğuna inanmazlar. Ya da belki de iş rutini dışında çalışarak gerçek zenginliği yaratabileceklerini düşünmezler.

Evet insanların çoğu %5 yerine %95 lik kesim içinde yer alırlar çünkü onlar gerçek zenginlik yerine dönemsel gelir yaratan işi kopyalamaktadır.

Eğer insanlar yaşamda öne geçmeyi istiyorlarsa, ön yargılarından arınmaları ve zenginlik yaratımının alternatif yolları için zihinlerini açık tutmaları gerekmektedir.

GERÇEK ZENGİNLİK NEDİR?

İnsanların çoğu gerçek zenginliğin , nesneleri satın alabilecek çok fazla paraya
sahip olmak anlamına geldiğini düşünürler. Ancak daha akıllı insanlar gerçek zenginliğin , daha fazla şey satın almak değil, yapmak istediğiniz şeyi yapmak için daha fazla zamana sahip olmak olduğunu bilirler.

Sizi en çok üzen şey nedir? iş yerinizde daha çok mesaiye kalmış olmamakmı?... yoksa ailenize, sevdiklerinize size ihtiyaçları olduğunda daha fazla zaman ayıramamış olmanızmı?

Zaman en değerli malınızdır.gittiğinde geri gelmiyor...

Eski bir çin atasözü," Zamanın bir anını israf etmektense tüm servetinizi bir kuyunun dibine atmanız daha iyidir." der.İstediğiniz şeyi istediğiniz zaman yapabilmek için yeterli paraya ve ZAMANA sahip olmanın zenginlik anlamına geldiğini belirtmek istiyorum.

Başarıları koyalayın.Biri bir şey yapmışsa sizde onu mutlaka yapabilirsiniz. Bunu unutmayın ve kendinize sınırlar engeller koymadan gzüel bir hayat gerçek bir zenginlik için gerekli olanları seçip kopyalamaya başlayın.

Neden ilk incelemeniz NETWORKMARKETING olmasın!!!!doğru şirket ve kişilerle çalıştığınız sürece istediğiniz zemginliğe ulaşmamanız imkansız.

NetworkMarketing ile ilgili yazılarımı okumadıysanız okumanızı tavsiye ederim.

http://mavidunyalar.blogspot.com/2009/06/gunumuzun-is-firsati-network-marketing.html
Fırsatı 1 e 1 kopyalama Burke Hedges

DERS ALINACAK ÖYKÜLER -4-


"PÜF NOKTASI " Ben bilirim demeden önce..............

Vaktiyle testi ve çanak çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan çırak, kalfa olup artık kendine bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona:

- Sen, demiş, daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor.

Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar. Açar açmasına da yeni dükkanında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta,

-Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır.

Usta bunun üzerine tezgaha bir miktar çamur koyar ve,

-Haydi,der, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Bende sana püf noktasını göstereyim.

Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta önünde dönen çanağa arada sırada “püf!” üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir. Böylece çırakta bu sanatın püf denilen noktasını öğrenmiş olur.

Her sanatın inceliklerine gereken nazik kısmına da o günden sonra püf noktası denilmeye başlanır.
Püf noktası deyimide bundan sonra kullanılmaya başlamıştır.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

DERS ALINACAK ÖYKÜLER -3-




Rose'un Hikayesi

Üniversitenin ilk gününde profesör kendini tanıttı ve ardından kampüste bilmediğimiz birisini bulup tanımamız konusunda bizi şevklendirdi. Yerimden kalktım ve etrafa bakarken yumuşak bir el omuzuma dokundu. Arkamı döndüğümde yüzü kırış kırış, ufak tefek bir bayan gördüm. Tüm varlığını aydınlatan bir gülümseme ile
bana bakıyordu.

'Merhaba yakışıklı. Adım Rose. 87 yaşındayım. Sana sarılabilir miyim?'

Güldüm ve şevkle yanıt verdim: 'Tabii ki sarılabilirsiniz!' Ve bana sımsıkı sarıldı 'Bu kadar genc ve masum bir yaşta neden üniversitedesiniz?' diye sordum.

Şakayla karışık yanıt verdi: 'Zengin bir koca bulmak, evlenmek, birkaç çocuk sahibi olmak ve sonra emekli olup seyahat etmek için.'

'Hayır, cidden soruyorum' dedim. Bu yaşta böylesi bir işe kalkışması için onu motive eden neydi, merak ediyordum.

Her zaman üniversite eğitimim olmasını hayal ederdim ve şimdi bu gerçek oluyor' dedi.

Dersten sonra öğrenci birliği binasına yürüdük ve çikolatalı milkshake içtik. Hemen arkadaş olmuştuk.
Takip eden 3 ay boyunca her gun sınıftan beraber cıktık ve durmaksızın sohbet ettik. Bilgeliğini ve deneyimlerini benimle paylaştıkça, bu 'zaman makinası'nı dinlerken
hep büyülendim. Bir yıla kalmadan Rose kampüsün ikonu haline geldi ve nereye gittiyse kolayca arkadaş edindi. Giyinmeyi seviyordu ve diger öğrencilerden gördüğü ilgi hoşuna gidiyordu. Hayatını yaşıyordu.

Sömestre sonunda Rose'u bir konuşma yapmasi icin çağırdık. Bize öğrettiğini asla unutmayacağım. Rose'u takdim ettiler ve podyuma çıktı. Hazırladığı konuşmaya başladığında elindeki konuşma özeti yazılı kartları yere düşürdü. Telaşlı, sıkılmış ve biraz utanmış olarak mikrofona eğildi ve şöyle dedi:

'Üzgünüm, oldukça gerginim. Lent (hristiyanlıkta Paskalya öncesi yapılan, kırk gün sÜren büyük perhiz) için biradan vazgeçtim ama bu viski beni öldürecek! Konuşma kartonlarımı asla yerden alamayacağım, dolayısıyla size sadece bildiklerimi anlatmama izin verin'

Biz gülerken Rose bogazını temizledi ve devam etti:

'Oyun oynamayı yaşlı oldugumuz için bırakmayız; yaşlanırız, çünkü oyun oynamayı bırakırız. Genç, mutlu kalmak ve başarı için sadece dört sır vardır.'

'Her gün gülmeniz ve her günde mizah bulmanız gerek'

'Bir hayaliniz olmalı. Hayallerinizi kaybederseniz, ölürsünüz. Etrafımızda ölü pek çok kişi var ve bunu bilmiyorlar bile!'.

Yaşlanmakla büyümek arasinda buyuk bir fark vardir. 19 yaşındaysanız ve 1 sene boyunca yatağa yatıp tek bir üretkenlik sergilemezseniz, 1 yil 'yaşlanır'sınız. Eğer 87 yaşındaysam ve 1 yil boyunca yatakta yatıp hiç bir şey yapmazsam sadece 88 olurum. Herkes yaşlanır. Bunun için yetenek gerekmez. Esas konu, değişikligin içinde hep bir fırsat yakalayarak büyümektir.

'Hiç bir şey için pişman olmayın. Biz yaşlılar çoğunlukla yaptıklarımızdan değil yapamadıklarımızdan dolayi pişmanlık duyarız. Ölümden korkanlar pişmanlık duyanlardır.'

Yıl bitiminde Rose yıllar önce başladığı üniversiteyi bitirdi. Mezun olduktan 1 hafta sonra uykusunda huzur icinde vefat etti. Ikibinin üzerinde üniversite öğrencisi cenazesine katıldı ve olabileceğinizin tamamı olmanız için hiç bir zaman gec olmadığını, örnek olarak ögreten bu muhtesem kadına vefa borcunu odedi. Hayallerinizin peşinden gidin..

Yaşlanmak kaçınılmaz ama büyümek seçime bağlıdır

"Çok Geç Diye Bir Zaman Yoktur"


Sevgiyle kalın...

2 Temmuz 2009 Perşembe

DERS ALINACAK ÖYKÜLER -2-


SAĞIR KURBAĞA HİKAYESİ



Hedefe odaklanmaK ve önyargılardan uzak hareket etmek üzerine yazılmış en güzel hikayelerden biri olan, Sağır Kurbağa hikayesi, içinde son derece çarpıcı mesajları barındıran bir kıssadan hissedir.

Hikayemiz çok uzaklarda, Kurbağalar Diyarında geçmektedir. Burada yani kurbağalar diyarında her sene bahar aylarında bir festival yapılır ve bu festivalde birçok etkinlik düzenlenirmiş. Bu etkinliklerden biri de tüm kurbağaların katılımına açık ve herkesin eşit şartlara sahip olduğu “duvara tırmanma” yarışıdır... Ancak her yıl düzenlenen bu yarışmayı o güne kadar kazanan olmamış. Çünkü yarışmanın yapıldığı duvar; son derece yüksek ve oldukça da düz bir duvarmış. O gün de her yıl olduğu gibi yüzlerce kurbağa yarışmaya katılırken binlercesi de yarışmayı izlemekte ve yarışmacılara tezahüratlarda bulunmaktaymış. Duvara tırmanmak hem zor hem çok tehlikeliymiş. Seyirciler büyük bir heyecan içinde bağırıp çağırıyorlarmış. Bazı kişiler “başaramayacaksınız geri dönün” diye bağırırken bazıları şöyle yap böyle yapma oraya dikkat şuraya dikkat diye tavsiyelerini yarışmacılara yüksek sesle duyurmaya çalışıyorlarmış. Zaman geçtikçe yarışmacılar yorulmaya ve seyircilerin de etkisiyle tek tek düşmeye, vazgeçmeye veya geri dönmeye başlamışlar. Sonunda da; biri hariç kurbağaların tümü ya düşmüş ya da başaramayacağına inanıp geri dönmüş.

Zirveye tırmanabilip yarışmayı kazanan kurbağa ise tırmandığı zirveden aşağı indiğinde kalabalık büyük bir şaşkınlık ve hayranlık içerisinde onu alkışlamaya ve omuzlara almaya başlamış. Sıra ödül dağıtmaya geldiğinde ise Sağır Kurbağa’ya başarısını neye borçlu olduğunu, bugüne kadar kimsenin başaramadığını nasıl başardığını ve onca düşen kurbağanın bağırtısı ve iniltisine rağmen nasıl olup da korkmadığını sormuşlar. Sağır Kurbağa ise ” Ben sağırım ve söylediklerinizin hiçbirini anlamıyorum. Lütfen sorularınızı işaretlerle sorar mısınız böylece size daha rahat cevap verebileceğim” demiş.

Evet, bu kurbağanın başarısının sırrı sağır olması ve ne o güne kadar ki başarısızlıkları ne de yarışma esnasında sarf edilen olumsuz sesleri duymuş olmasında yatıyormuş. Bunun için de bu kurbağa hiçbir şeyden etkilenmeyip konsantrasyonunu bozmadan hedefine odaklanmayı ve sonunda da zafere ulaşmayı başarmış.

Siz de şöyle bir düşünün, bugüne kadar yaptığınız veya yapmaya çalıştığınız kaç tane işte tezahüratlara maruz kaldınız? Kaç yarışmada geri döndünüz? Kaç yarışmada düşüp bir yerlerinizi incittiniz?

Olumsuz düşünen insanları duymayın, negatif insanların hayallerinizi çalmasına izin
vermeyin...
Herzaman size hayyallerinizi gerçekleştiremeyeceğinizi,hedeflerine ulaşamayacağınızı söyleyen kişilere karşı sağır olun.HER ZAMAN POZİTİF DÜŞÜNÜN.




Küçük adımlar büyük kazançlar doğurur.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Pablo ve Bruno

Pablo ve Bruno
kumsaati tarafından gönderilen video

Pablo ve Bruno'nun başarı öyküsü

DERS ALINACAK ÖYKÜLER -1-


BORU HATTINDAN ESİNLENME

PABLO VE BRUNO'NUN HİKAYESİ

Bir varmış bir yokmuş, çok uzun zaman önce, küçük bir İtalyan kasabasında Pablo ve Bruno isminde iki tutkulu kuzen yan yana yaşarmış.

Bu genç delikanlılar çok iyi dostmuşlar.

Ve çok büyük hayalleri varmış. Hiç bıkıp usanmadan, bir gün nasıl köyün en zengin insanları olacaklarını konuşur dururlarmış. Her ikiside zeki ve çok çalışkan insanlarmış. İhtiyaçları olan tek şey bir fırsat yakalamakmış. Bir gün, o fırsat karşılarına çıkıvermiş. Köy yakınında bulunan bir nehirden köy alanındaki sarnıca su taşıması için iki adam tutmaya karar vermiş. Bu işide Pablo ve Bruno'ya vermişler. Her iki adam da ikişer kova almış ve nehre yollanmışlar. İlk günün sonuna doğru köyün sarnıcı ağzına kadar dolmuş. Köyün yaşlıları o gün onlara taşıdıkları her kova için 1 peni ödemiş .Bruno; Hayallerimiz gerçek oldu! diye bağırmış, böyle bir kısmetin karşımıza çıkmış olmasına inanamıyorum.
Ancak Pablo bundan pek de o kadar emin değilmiş. Sırtı ağrıyormuş ve elleri ağır kovaları taşımaktan dolayı hep su toplamış. Ertesi sabah kalkıp işe gitmek çok zor gelmiş. Suyu nehirden köye getirmenin daha iyi bir yolunu bulacağına yemin etmiş.

Boru Hattı Adamı Pablo

Ertesi sabah kovalarını yüklenip nehre doğru yol almaya başladıklarında Pablo Bruno,benim bir planım var demiş. Günde bir kaç peni için bu kovaları ileri geri taşımak yerine nehirden köye bir boru hattı döşeyelim. Onu izlemekte olan Bruno birden donmuş kalmış.Bir boru hattı mı? Bu hiç duyulmamış bir şey;diye bağırmış Bruno. Harika bir işimiz var Pablo. Bir günde 100 kova taşıyabilirm. Bir kovaya 1 peni gün sonunda 1$ eder! Bu zengin oldum demektir. Haftanın sonuna geldiğimde yepyeni bir çift ayakkabı alabilirim. Bir ayda kazandığımla bir inek alabilirim. 6 ay geçtimi kendime yeni bir kulube inşa edebilirim. Köydeki en iyi işe sahibiz. Hafta sonları çalışmayacağız ve her yıl bize 2 hafta izin verecekler. Yaşamımızı yoluna koyduk demektir. Al boru hattını ve yıkıl git karşımdan;

Ama Pablo kolaylıkla pes edecek biri değilmiş. En iyi arkadaşına büyük bir sabırla boru hattı planını açıklamış. Pablo günün belli bir bölümünde kovaları taşımak için çalışmayı ve sonra geri kalan bölümde ve hafta sonlarında da boru hattını inşa etmek için çalışmayı planladığını anlatmış. Kayalık topraklarda çukur kazmanın zor olduğunun farkındaymış. Kova başına para ödendiği için de başlangıcta gelirinin azalacağınında farkındaymış. Ayrıca, boru hattının büyük paralar kazandıracak duruma gelmesi için aradan bir iki geçmesi gerekeceğinin de bilincindeymiş. Ancak, Pablo hayaline inandığı için çalışmaya koyulmuş. Bruno ve köyün diğer sakinleri Pablo dalga geçmeye ve onu; Boru Hattı Adamı; diye çağırmaya başlamış. Pablo'nun hemen hemen iki misli kazanca sahip olan Bruno yeni satın aldıklarıyla kibirlenir dururmuş. Yepyeni deri eğer takımıyla bir eşek satın almış ve onu iki katlı evinin önüne bağlarmış gösterişli giysiler almış ve köyün hanında şatafatlı geceler sürmeye başlamış. Köydekiler artık ona Bay Bruno diye hitap etmeye başlamış.

Küçük Adımlar Büyük Sonuçlar Doğurur.

Bruno akşamları ve hafta sonlarında hamağında dinlenirken Pablo boru hattının geçeceği çukuru kazmaya devam etmiş. İlk aylarda Pablo'nun çabalarının karşılığında ortada henüz bir şey görünmüyormuş. İş çok zormuş,hatta Brunonunkinden daha zormuş,çünkü Pablo geceleri ve hafta sonlarında bile çalışıyormuş. Ancak Pablo durmadan kendi kendine yarının hayallerine bugünün fedakarlıklarıyla ulaşılacağını hatırlatır dururmuş. Gün be gün, santim santim kazmaya devam etmiş.Kayalık toprağa kazmasını vurdukça kendi kendine bir şarkı mırıldanırmış; İlerlerim santim santim, olsun bu geleceğim için garantim. Ve santimler sonunda metreler olmuş. Yeni bir günün akşamında tükenmiş bir halde mütevazi kulübesine girerken kendi kendine; Bu gün çek biraz sancı. Bu yarının kazancı; diyehatırlatırmış.Köydeki tavernadan gelen kahkaha sesleri arasında yorgun argın uyumaya giderken;unutma sözünü,ödüle dik gözünü der dururmuş.

Kartlar Değişiyor.

Aradan günler geçmiş. Günler aylara dönmüş. Bir gün Pablo boru hattının yarısının bittiğini fark etmiş ki buda kovasını doldurmak için artık kat etmesi gereken mesafenin yarıya indiği anlamına geliyormuş. Pablo artan zamanını boru hattında çalışmak için kullanmaya başlanmış.Boru şimdi daha hızlı ilerliyor, tamamlanma tariihi de yaklaşıyormuş. Dinlenme saatleri sırasında Pablo arkadaşı Brunonun kovaları taşımasını seyreder olmuş. Brunonun omuzları artık eskisinden daha çökük duruyormuş. Ağrıyla bükülmesinden kamburu çıkmış, her gün kat ettiği onca mesafeden adımlarını daha yavaş atar olmuş. Bruno,ömrünün geri kalanında gün be gün o kovaları taşımaya mahkum olduğu düşüncesinin verdiği kızgınlıkla sinirli ve asık suratlı biri haline gelmiş. Hamağında daha az dinlenir, zamanını daha fazla tavernada geçirir olmuş.Brunonun geldiğini gören taverna müdavimleri; Kovacı Bruno geliyor; diye fısıldamaya başlar ve sonra da sarhoş köylüler Brunonun kambur vücudunu ve sendeleyen yürüyüşünü taklit ettikçe kıkırdar durularmış. Bruno artık kimseye içki ısmarlamıyor ve fıkra anlatmıyor, boş şişelerle çevrili karanlık bir köşede yanlız başına oturmayı tercih ediyormuş. Sonunda Pablo için büyük gün gelmiş çatmış boru hattı tamamlanmış. Su boru hattından köyün sarnıcına güldür güldür boşalmaya başladığında köylüler meydana toplanmış! Şimdi köyün sürekli akan taze suyu olduğu için de komşu bölgelerden insanlar köye taşınmış ve köy büyümüş, zenginleşmiş.

Arkadaşının Yardımını İstemesi

Boru hattı Kovacı Brunonun piyasadan çekilmesine neden olmuştu ve eski arkadaşının tavernada birinin içecek ısmarlaması için yalvarır duruma düştüğünü görmek Pabloya çok acı veriyormuş. Pablo bu nedenle Bruno ile bir toplantı ayarlamış.

Bruno senden yardım istemek için geldim buraya.
Bruno çökük omuzlarını düzeltip kara gözlerini iyice kısarak tıslar gibi bir sesle; Benimle dalga geçme; demiş. Buraya böbürlenmek için gelmedim demiş Pablo.Buraya sana büyük bir iş fırsatı konusunda bir teklifte bulunmak için geldim. Benim ilk boru hattımın tamamlanması 2 yıl içinde oldu ancak bu süre içinde çok şey öğrendim! Hangi aletleri kullanmam gerektiğini biliyorum. Nereleri kazmam gerektiğini, bir boruyu nasıl döşemem gerektiğini öğrendim. İşte ilerleme kaydettikçe notlar aldım ve bir tane daha boru hattı inşa etmeme yardımcı olacak bir sistem geliştirdim....Sonra bir tane daha inşa edeceğim...sonra da başka bir tane daha.Kendi başıma bir yılda bir boru hattı inşa edebilirm. Ama bu zamanımı en iyi şekilde kullanmak anlamına gelmez. Benim planladığım şeyse sana ve diğerlerine bir boru hattının nasıl inşa edileceğini öğretmek, sonra da sizler başkalarına öğreteceksiniz sonrada bu insanlar başka insanalra öğretecekler taa ki bölgede her köyde bir boru hattı olasıya kadar, sonra da ülkedeki her köye bir boru hattı getirilecek ve sonunda dünya üzerinde bulunan her köye bir boru hattı gelecek!
Bir düşün; diye devam etmiş Pablo,bu borulardan geçen suyun her bir litresi karşılığında belli bir yüzde kazanabiliriz. Borulardan ne kadar çok akarsa cebimize de o kadar çok para akacaktır. İnşa etmiş olduğum boru hattı hayalimin sonu değil. Bu sadece başlangıç! Nihayet Bruno Pablo nun büyük hayalini anlamış gülümseyerek nasır tutan ellerini arkadaşına uzatmış.El sıkışmışlar...Uzun zaman önce kaybettikle ri bir dostu bulmuş gibi birbirlerini kucaklamışlar.

Kova Taşıyanlarla Dolu Dünyada Boru Hattı Hayali Kuranlar.

Yıllar geçmiş. Pablo ve Bruno emekli olmuş. Onların dünya çapındaki boru hattı işi hala banka hesaplarına milyonlarca dolar pompalamaya devam ediyormuş. Zaman zaman kırsal kesimlere yaptıkları geziler sırasında su kovaları taşıyan genç insanların yanından geçerlermiş.Bu eski iki arkadaş genç insanların yanına yaklaşır ve onlara kendi hikayelerini anlatır sonra da kendi boru hatlarını inşa etmeleri için yardım teklifinde bulunurlarmış. Bir kaçı onları dinler ve bir boru hattı işi başlatmak için çıkan fırsatın kucağına atlarlarmış.Ancak,ne yazık ki kova taşıyıcılarının büyük bir bölümü bir boru hattı fikrini hiç düşünmeden reddedermiş. Pablo ve Bruno her seferinde tekrar tekrar aynı bahanelerle karşılaşırlarmış.

Hiç zamanım yok.


Bir arkadaşım tanıdığı bir arkadaşının bir boru hattı yapmaya kalktığını ve başarısız olduğunu anlatmıştı. Bu işe sadece en erken başlayanlar boru hatlarından para kazanmaktadırlar.

Ömrüm boyunca kova taşıdım ve bildiğim bu işi yapmaya devam edeceğim.

Boru hattı tuzağıyla para kaybeden birini tanıyorum.Hayır,ben bu işte para kaybetmek niyetinde değilim.

Bu kadar çok insanın bir vizyon sahibi olmaması Bruno ve Pabloyu hep üzermiş.
Ancak her iki adam da kova taşıyan bir dünyada yaşadıkları... ve ancak insanların sadece küçük bir yüzdesinin bir boru hattı hayalini kurma cesareti gösterebilmekte olduğu gerçeğini kabullenmek zorunda kalmışlar.

12 Haziran 2009 Cuma

KENDİ YILDIZINI BULMAK


Bir zamanlar yazılarını yazmak üzere okyanus sahiline giden aydın bir adam varmış. Çalışmaya başlamadan önce sahilde bir yürüyüş yaparmış. Bir gün sahilde yürürken plaja doğru baktığında dans eder gibi hareketler yapan bir insan silueti görmüş.

Başlayan güne dans eden biri olabileceğini düşünerek gülümsemiş ve ona yetişebilmek için adımlarını hızlandırmış. Yaklaştıkça bunun bir genç adam olduğunu ve dans etmediğini görmüş.
Bir kaç adım koşuyor, yerden bir şey alıyor ve yumuşak bir hareketle okyanusa fırlatıyormuş.
Biraz daha yaklaşınca seslenmiş;
- Günaydın. Ne yapıyorsun böyle?
Genç adam durmuş, başını kaldırmış ve cevap vermiş;
- Okayanusa deniz yıldızı atıyorum.
- Sanırım şöyle sormalıydım, demiş, bilge adam...
- Neden okyanusa deniz yıldızı atıyorsun?
- Güneş çoktan yükseldi ve sular çekiliyor. Eğer onları suya atmazsam ölecekler.
- Ama delikanlı, görmüyormusun ki kilometrelerce sahil var ve baştan aşağı deniz
yıldızıyla dolu. Hiç birşey farketmez.
- Genç adam kibarca dinlemiş, eğilerek yerden bir deniz yıldızı daha almış ve
dalgalanan denize doğru fırlatmış.
BUNUN İÇİN FARK ETTİ.
bu cevap bilgeyi şaşırtmış. Ne söyleyeceğini bilememiş. Geriye dönmüş, yazısının başına geçmek üzere kulübesine gitmiş. Gün boyunca bir şeyler yazmaya çalışırken genç adamın görüntüsü gözünün önünden gitmemiş. Aklından çıkarmaya çalışmış, bir türlü olmamış. Nihayet akşama doğru farketmiş ki o koca bilim adamı , o koca şair, bu gencin davranışının özünü kavrayamamış. Çünkü bu gencin aslında yaptığının evrende bir gözlemci olmayı ve olup biteni izlemeyi değil, evrende bir oyuncu olmayı ve bir fark yaratmayı seçmek olduğunu anlamış. Utanmış.

O gece sıkıntı içinde yatmış. Sabah olduğunda birşey yapması gerektiğini bilerek uyanmış. Yataktan kalkmış giyinmiş, sahile inmiş ve o genci bulmuş. Bütün sabahı onunla okyanusa deniz yıldızı atarak geçirmiş.

Lauren Tseley

Hepimize bir fark yaratma yeteneği bahşedilmiştir. Eğer biz o genç adam gibi,bu yeteneğimizin farkına varabilirsek, görüş (vizyon) gücümüz sayesinde geleceği şekillendirmek kudretini elde edebiliriz.

"Hepimiz kendi yıldızımızı bulmalıyız. Eğer yıldızımızı akıllıca ve iyi fırlatabilirsek, yirmi birinci yüzyıl hiç kuşkusuz harika bir yer olacaktır."

Harika bir yaşam ve yaşanılacak bir dünya istiyorsak, evrende gözlemci olup, olup biteni izlemek yerine, evrende bir oyuncu olup, fark yaratmayı seçmemiz gerek.

Hemen şimdi...hiç vakit kaybetmeden...

Farkındalık dolu bir yaşam için kendi yıldızımızı bulalım.