13 Şubat 2014 Perşembe

Sevgisizliğin kıyısında


Sevginin karşılığını almak çok zor. Karşılıksız sevgiler, ya da karşısındakinin istediği şekle bürünmüş sahte kimlikler...ver elini sevgisizlik yolculuğu...

Minik kediciği hunharca öldüren şahıs kanımı dondurdu.. Bir insanı öldürmekle aynı şey. Tut ki insan kendisi seçiyor o ortamda bulunmayı o kişi ile birlikte olmayı , çoğu zaman zaafları, iradesizliği neden oluyor psikopat tavırlı kişilerin yanında kalmaya. Sonunda karşılaştıkları vahşetler ürkütücü oluyor..
Peki bu dilsiz minik kullar onların böyle bir seçme şansı var mı ? Almış hasta ruhlu şahıs evine getirmiş, yavrucuk konuşabilse  bırak beni diyecek , açabilse kapıyı belki ilk gün çekip gidecek, ancak yok böyle bir şansı ve hunharca zalim bir insanın ellerinde acımasızca öldürüldü. Bu anları videoya çekilerek tüm insanlığa sunuldu yaptığı her şey çok ürkütücü ve zalimceydi . Cezalandırılmalı en ağır şekilde cezalandırılmalı.
Anne ve babalar sizlere öyle büyük bir iş düşüyor ki evlat yetiştirirken ancak önce sizler anne baba olmadan kendinizi yetiştirin...Yüreğinde  insan sevgisi, yüreğinde hayvan sevgisi , doğa sevgisi olmayan insanlar anne baba olmamalılar..kendi kibirlerin de yoğrulmuş bu tür kişiler maalesef  sağlıklı yavrular yetiştiremiyorlar.
Bir şey daha söylemek istiyorum hani şu çocuğumla arkadaşım modeli anne babalıklar; kardeşim, çocuğunla ne arkadaşısın bırak o arkadaşları ile arkadaşlık etsin sen arkadaşlarınla arkadaşlık et sen anne babalığını bil o evlatlığını bilsin arkadaşlık falan hikaye sonra bu çocuklar neden böyle oldu diye vır vır konuşmalar anne baba olmanın dışında onlar için her şey oluyorsunuz . Şöyle bir silkelenin de anne baba olun  belki çocuğunuzun ihtiyaçlarını daha net görürsünüz, onun bulunduğu çıkmazları görür en başta yardımcı olursunuz. Yoksa arkadaşı olacağım diye onların kuklası olmazsınız.
Ben sokağımızda ki minik kedilerin nasıl yaşam savaşı verdiklerini görüyorum. Resmen savaşıyorlar araçların arasında, soğukta, yağmurda sizde onların varlığını anladığınız an göreceksiniz o mücadeleyi, nasıl takdirlikler ve onlara  nasıl destek olmak isteyeceksiniz sadece bakın ve görün tek istedikleri onlar için yaşam alanı açmanız o kadar. Onlar zaten mücadelelerini veriyorlar.Hayvanlar yaşam şekli ile insanlara aslında çok büyük örnek ancak insanlık yok oldu öyle ki hiç bir şeyi fark etmeden yaşar hale geldik. Sadece almaya yönelik yaşanan hayatlar. Sevgisizliğin kıyısında yok olmak üzereyiz. Boydan boya tüm varlığımızı saran hırslar gözümüzü kör etmiş durumda ne bir hayvanı ne bir bitkiyi görebiliyoruz tek gördüğümüz kendi var oluşumuz kendimiz. Bu düşünce, yok oluşun hızla gelmesine sebep veriyor. Zaten görüyorsunuz mutsuzluk bezenmiş dört duvarların arasında yaşıyorsunuz.. Yalnızlık kalabalıklar arasında yalnızlık ne gittiğin spor salonunda ne gittiğin avm de ne gittiğin restoranda giderilmiyor çünkü yanındakiler sahte sen sahte sin..Sen sokaktaki kediciği görmüyorsun, kuşların sesini belki aylardır duymuyorsun ....Kahkaha atan insanlar sana ne kadar itici geliyor değil mi acaba sen çok uzun zamandır kahkaha atmadığın için olabilir mi? İşte bu dar sokakta sıkışmış kalmış insanlarla dolu dört bir taraf. Sevgiyi anlamadığınız, yaşayamadığınız sürece en pahalı en lüks lezzetlerle doysanız da hep aç kalacaksınız. 

Hayvanlara ve doğaya sahip çıkın onlar size koşulsuz sevgi veriyorlar...her geçen gün zalimce yok ediliyorlar duyarlı olun sevgi dolu olmayı deneyin artık...mış gibi muş gibi yapıp kendinizi kandırmayın....


B.U.

22 Ocak 2014 Çarşamba

BAŞARININ SIRRI...

İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.
Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İş adamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İş adamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.
İş adamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. 'Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim' diye düşündü. John  Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.
Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire 'Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir' dedi. 'Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor' diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.
İş adamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.
Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.
Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.
Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.

Sır kendin sin başka bir yerde arama...

13 Şubat 2012 Pazartesi

izle,izle,izle ve uygula




“PAZARLAMA KARAR VERİCİLERİ olarak geçen yılın planını alıp, biraz değiştirip yeni yıla uyarladığımız günler geride kaldı. Ekonomik kriz sona erdiğinde, hepimizin normalleri değişmiş olacak. Bu dönem yeni ‘normali’ anlamaya çalışmakla geçecek.”
Dünyanın en büyük medya planlama network’lerinden OMD’nin
EMEA Bölgesi Stratejik Gelişim Direktörü Neil Hurman, değişen tüketiciyle birlikte pazarlamada kuralların yıkılıp yerine yenisinin konacağını bu sözlerle anlatıyor.
Gerçekten 2010ve 2011 herkesin yeni tüketiciyi, iletişim kanallarında meydana gelen değişimi, özetle pazarlamanın “yeni normal’ini anlamakla geçirdiği bir yıl oldu.

1. Artık “DEĞER” SATILIYOR
Artık en önemli pazarlama trendi ‘değer’ satmaktır. Bu trendi yaratan, dünyanın dört bir yanında kendini gösteren global durgunluk ve tüketicilerin değişen satın alma davranışları oldu.” Bu sözler, dünyanın en önemli yönetim danışmanlarından Jack Trout’a ait.
Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi Direktörü Dr. Cüneyt Evirgen de bu konuda Trout’la aynı fikirde. Müşteri memnuniyeti kavramının yerini artık “müşterinin algıladığı değeri yönetme” yaklaşımının aldığını söyleyen Evirgen, tüketicilerin artık alacakları değeri maksimize etmeye çalıştıklarını belirtiyor ve ekliyor. “Pazarlamacıların en çok yanıt aradığı sorular, ‘Ben müşteriye ne sunuyorum? Müşteri bunu ne kadar değerli buluyor?’ oldu. Markanın tüketiciyi ne kadar tatmin ettiği, sosyolojik ihtiyaçlar arkadaşının onaylaması ön plana çıkıyor. Dolayısıyla tatmin noktaları, ürünün ötesinde başka boyutlara gidiyor.”

2. HERKES SOSYAL MEDYADA
Hiç şüphesiz , artık pazarlamada “sosyal medya”nın gücü tartışmasız. Dijital mecra uygulamalarında inanılmaz artışlar yaşandı. ABD’de dijital mecraların reklam bütçelerinden aldığı pay yüzde 40’a ulaştı. Türkiye’de de pazarlama yöneticileri, dijital mecralarda markalarını daha görünür hale getirdi. Reklamverenler Derneği Başkanı Ahmet Pura, markaların online kanallardaki yüzlerini yenilemek üzere, yeni atılımlar yapmaya özen gösterdiklerini söylüyor. Şirketlerde pazarlama yöneticileri arasına, “dijital pazarlama müdürlerinin de katılması” bunun kanıtı.
Ünlü pazarlama gurusu Al Ries, “Her yer Twitter, Facebook ve Youtube’dan bahsediyor.

‘Eğer bir şirket sosyal medyada yer almazsa başarısız olur’ duygusu bile yaratıldı. Medyanın bu ayağı büyümeye devam edecek” diyor. Ancak Ries, pazarlamacıları uyarmadan da geçemiyor ve “Henüz bu medyada yaratılan hiçbir marka yok. Bu mecranın değerinin üstünde ilgi gördüğünü ve pazarlamacıların sıkıntı yaşayacağını düşünüyorum.”

3. GÜÇ TÜKETİCİYE GEÇTİ
GAP, 20 yıllık logosunu değiştirdi. Sosyal medya ayaklandı. Markanın tüketicileri, Twitter’da, Facebook’ta ve bloglarda yeni logoya açıkça karşı çıktı. Ve şirket, tüketicinin baskısına dayanamadı, eski logoya geri döndü. Artık tüketicinin markanın pazarlama stratejilerine müdahale ettiği bir sürece girildi. Zira beğenileri kadar yergilerini de anında bloglarına, tweet’lerine taşıyanların sayısı azımsanacak gibi değil. Bu nedenle yaklaşımlar, hep doğru ilişki kurma ve onu yönetme üzerine gelişiyor.

Pazarlama stratejileri büyük oranda, “tüketicilerin güvenini kazanma” üzerine kurgulandı. Reklamverenler Derneği Başkanı Ahmet Pura, mesajların iletim tarzında da farklılıklar yaşandığını söylüyor. “Artık tüketici değer yaratan markaları tercih etmeye başladı. Bu yüzden de tüketici, şeffaflık, güven ve fayda sağlayan şirketlerin birer marka yüzü olmaya başladı.”

4. KONTROL EDİLEMEYEN MEDYA
Pazarlamacıların odaklanacağı en önemli konu tüketicinin yarattığı ve kontrol edilemeyen medyayı kontrol etme olacaktır.

Tüketici, bir ürünü satın alırken her yönü ile araştırıyor, sorguluyor. En önemli yardımı bilgiye hızla ulaşmaktan alıyor. Ancak orada da bir tehdit var, çünkü her ulaştığı bilgi ya da yorum aslında ürünü doğru yansıtmayabiliyor. Cüneyt Evirgen, tüketicinin yarattığı medyaya karşı pazarlamacıların çok zor günler geçireceğini söylüyor ve “müşteri şikayetlerinden faydalananların” öne geçeceğini düşünüyor.

Pazarlamacılar en çok “izle, izle, izle ve uygula” stratejileri yaratması gerekiyor. “Pazarlamacıların bir ürünü müşteriye satma normalinden geçerek belki de bir ürünü müşterisine tasarlatma veya müşterisine özel tasarlama yeni normaline alıştığımız günleri yaşıyor olacağız.

5. YENİ DÖNEMİN PAZARLAMACISI
“Yeniliklere açık, tarafsız, dürüst, dinleyen, fark yaratmaya özen gösteren, analiz gücü yüksek, girişimci, küçük adımlarla başlayan ama büyük düşünen, sonuca odaklanan, geri bildirim alan bir lider

Ahmet Pura, “Kontrolü eline almış olan tüketicilerle hem iyi geçinmek onları yönlendirmek gibi yetkinliklere sahip olmaları gerekiyor. Cesaret ve esneklik anahtar iki kavram. Ayrıca global trendleri uygularken yerel eğilimleri uyum içinde harmanlama becerisine sahip olmaları gerekiyor.” Pazarlama Danışmanı Hakan Senbir ise “Pazarlama artık organizasyonun tamamıyla ilgili bir konu. Pazarlamanın topyekun bir savaş olduğu bugün kabul edilmiş durumda” diyor.

Kn: Özlem Aydın Ayvacı / Capital

6 Eylül 2010 Pazartesi

DERS ALINACAK ÖYKÜLER - 8 -

MİNİK FARENİN HİKAYESİ


Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü. Kendi kendine: "içinde hangi yiyecek var acaba ?" diye düşündü. Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı.

- "Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı. Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı: - "Zavallı farecik...Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın" dedi. Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla koyunun yanına koştu ve,

- "Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye adeta çırpındı. koyun anlayışla karşıladı ama, - "Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol" dedi. Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve , - "Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!" dedi. inek ; -"Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor." dedi. Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı. O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu. Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanından geliyordu. Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti. Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı. Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor, zehri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu. Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu. Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler.Onlara ikram etmek için çiftçi koyunu kesti. Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi. Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü. Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı. Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.
Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise hepimizin aynı tehlikede olabileceğini hatırlayalım. Hepimiz yaşam denilen bu yolculukta yer alıyoruz.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

CUMHURİYET TARİHİNDE SİYASİ KRİZLER



Türkiye , Cumhuriyet tarihi boyunca siyasi anlaşmazlıklar ülkenin içinde bulunduğu ekonomik dar boğazdan çıkmasını daha da zorlaştırmış yada ekonomik dar boğaza sürüklemiştir.Baktığımızda çoğunun incir çekirdeğini doldurmayacak durumlardan çıktığını görüyoruz ve bu siyasi tartışmaların piyasalarda olumsuz etkileri büyük olmuştur. Günümüzde ülke içindeki siyasi krizlere piyasalar duyarsız kalmaktadır, doğrusuda budur. Burada küreselleşmenin rolü büyük görünüyor .

Cumhuriyet tarihindeki ilk siyasi kriz: Cumhurbaşkanı Atatürk ile Başbakan İsmet İnönü arasında olmuştur. Atatürk İnönü’nün uyguladığı devletçilik siyasetinin başarılı olacağından kuşkuluydu. 17 eylül 1937 de Çankaya Köşkündeki akşam yemeği sırasında bakanların önünde sert bir şekilde tartıştılar ve Atatürk İnönü’nün istifasını istedi. 21 eylül de İnönü izin aldı ve yerine Calal Bayar vekalaten getirildi. Krizin sonucunda 25 Ekimde İnönü istif a etti.

Atama Krizi:Atama krizi 6. Cumhur başkanı Fahri Korutürk ile dönemin başbakanı Demirel arasında yaşanmıştır. K.K.K’lığı için iki aday vardı Orgeneral Adnan Ersöz ve Orgeneral Ali Fethi Esener. Seçilecek K.K.Komutanı bir süre sonra genel kurmay başkanlığına yükselecekti. Silahlı Kuvvetler'in tercihi Ersöz'dü. Demirel ‘in adayı Ali Fethi esener di. Esenerin kara kuvvetleri komutanlığı için bakanlar kurulu kararanamesi hazırlandı. Adalet Partisi'nin Savunma Bakanı Sadettin Bilgiç, kararnameyi alıp İstanbul'a gitti. Cumhurbaşkanı'na, kararnameyi onaylamazsa hükümetin istifa edeceğini söyledi.

Korutürk cevap olarak; “ Ben de istifa ederim, Cumhurbaşkanlığı bunalımı olur. “Dedi.Ersöz'de ısrar eden Korutürk, Esener'in atanmasına ilişkin kararnameyi imzalamadı. Bu inatlaşma 30 Ağustos tarihine kadar sürünce, hem Ersöz hem de Esener, görev süreleri dolduğu için emekliye ayrıldı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na Ege Ordu Komutanı Orgeneral Kenan Evren atandı.
AKBULUT ve ÖZAL’ın küçük krizleri:Özal çankayaya çıktığında başbakan olan Yıldırım Akbulut ile kriz boyutlarına ulaşmasada sert düştükleri oldu. Özellikle Körfez savaşı ve Zonguldak maden işcileri grevi sırasında ters düştüler.
Özal ANAP lı milletvekilleri ile yaptığı bir toplantıda Akbulut için savaş konusunda çekimser kaldığından dolayı”bacakları titriyor” diye eleştirmiştir.
Akbulut, Başbakanlığı döneminde Özal'ın bazı kararnameleri imzalamadığını, ancak kendisinin bunları kamuoyuna yansıtmadığını da söyledi.
ÖZAL- DEMİREL GERGİNLİKLERİ: Özal’ın köşke çıkması ve Demirel ‘in muhtemel başbakan olması ile ilgili konuşmalar sırasında dahi gerginlik had safhadaydı ve krizlerin daha da hızlandığı bir döneme başlamış olduk.
İlk olarak Ozal rest çekti: ‘‘Seçimi kazanır da Çankaya'ya çıkmazsa Meclis'i feshedip 45 gün içinde yeniden seçime giderim.’’
Demirel’den Köşk'e aynı gün karşılık geldi: ‘‘Ben Çankaya'ya çıkmam, Çankaya aşağı iner. Özal'dan görev almam.’’
Bu inatlaşmalar Özal’ın cumhur başkanlığının yasal olmadığı iddalarına kadar vardırıldı.Demirel seçimden 1. Parti olarak çıktı. Köşke çıkmam diyen Demirel”‘Keşke hislerimle hareket edecek serbestiye sahip olsaydım. Köşk'e çıkmam formalite. Bize görevi millet verdi.’’ Dedi ve köşke çıktı.
Özal görüştüğü ANAP milletvekillerine, ‘‘Çok fazla güce sahipsiniz. Bunu iyi kullanın. Biraz daha bastırın’’
Özal'ın bu görüşmelerde ‘‘Bakanları düşürün’’ talimatı vermesi krizi daha da doruğa çıkardı. Ardından bakanları Köşk'e çağıran Özal'a sinirlenen Demirel sert çıktı‘‘Çankaya'ya gideni görevden alırım.’’ Bu restleşmenin ardından hiçbir bakan Köşk'e çıkmadı.
Özal birçok kararnameyi imzalamadı ve bir çoğunuda geri çevirdi. Bu durum karşısında Demirel “ben Çankayanın memuru değilim ve olmam diyerek konuştu ve İnönü’de onu destekledi. Özal Cumhurbaşkanı değil de başkanlık dönemindeymiş gibi hareket ediyordu.
1992 yılında koalisyon ortakları Özalın KHK ve Bakanlar kurulu karalarını değiştirmek için yasa hazırlığına gittiler. Özal kararnameyi onaylamadı ve kriz dahada arttı. Koalisyon ortakları yeni yıl resepsiyonuna katılmadı.
Demirel mektup yazarak kararnameyi neden imzalamadığını sordu. Özal mektubu geri gönderdi.Demirel sert bir üslupla yanıt verdi”iadeli tahhütlü geri gider”
Özal ve demirelin çatışmaları hat safhaya ulaştı öyleki Özal Demirel’i kendisini ”gaflet ve delalet içinde bulunmakla suçlaması üzerine 13m ilyon TL manevi tazminat davası açtı ve tarihte bir ilke imza atarak Başbakana tazminat davası açıp mahkum ettiren ilk cumhurbaşkan olarak geçti.
Kavgaları dış politika sorunlarında da devam ediyordu Nahcivan ile ilglili özal ve muhalefet liderleri müdahalede bulunmayı savunurken Demirel sert bir tepki ile ”istiyorlarsa gidip savaşsınlar tutan yok “dedi.
Hükümet bu tartışmaların arasında atamalarda Özal'ı devre dışı bırakan tasarıyı Meclis'ten geçirdikten ve Bakanlar Kurulu kararnamelerinde Özal'ın imza yetkisini kaldıran bir yasa hazırlığına başladı. Özal da hükümet ile restleşmesini son ana kadar hiç bırakmadı ve ölümünden yaklaşık 1.5 ay öncesinde Başbakanlığa giderek Demirel hükümeti'nin Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti.
ERKEK OLSAYDIN SENİ CAMDAN ATARDIM : 1995 yılında “savaşta bile böyle enflasyon olmadı” diyen Demirel hükümeti eleştirmeye başladı.
Cumhurbaşkanı'nın seçimleri yenileme yetkisi istemesinin ardından hükümetin bozulması halinde Demirel'in Başbakanlık için yeniden Çiller'i görevlendirip görevlendirmeyeceği tartışmaları artmaya başladığı anda Çiller’in yakın bir kurmayı “Bunu Evren bile yapmadı Demirel de yapamaz”derken Demirel kendileri için yapılan baba kız yakıştırmalarına da gönderme yaparak”İktidar kavgası ne baba tanır ne oğul”demiştir.
Bir süreliğine yatışan ortamı Demirel “Çiller, hükümetin altında kaldı” diyerek tekrar alevlendirmiştir.
Cumhurbaşkanı Demirel ve Cindoruk’u kastederek ‘‘Eski kapılar kapandı, Allahtan başka kimseye diyet borcum yok’’ dedi.
Çiller ve RP genel başkanı Erbakan’ın yeraldığı Refahyol ile Demirel ve askerler hiç anlaşamadı.
Askerlerin Mart 1997'de hükümetten yapılmasını istediği 20 maddelik liste MGK'da yumuşatılarak kabul edildi. Ancak Erbakan bu kararları imzalamamak için beş gün direndi.
Hükümet krizi haziran ayına kadar devam etti ve sonucunda Çiller ile Erbakan Başbakanlığı değişmek konusunda karara vardılar. Ancak Demirel Çiller’e” Anayasa'da başbakanlığın devri tanımının ve işleminin mevcut olmadığını söyledi.’’
54. hükümetin istifası ile Erbakan görevi Çillere vermesini istedi.Demirel’in yanıtı sert oldu‘‘Bana hükümet empoze edemezsiniz’’
Çiller Demirel ile görevin kendisine verilmesini konusunda ısrarcı konuşmalar yaptı ve Demirel “seçim yasasında değişiklik yapamam” diyerek cevapladı. Çiller ısrarla görevi bana vereceğinizi açıklayın diyordu. Ortam iyice gerilmeye başladı anda Çiller’in ağzından görevin kendisine verilmemesi durumunda, Demirel’in cumhurbaşkanlığı sürecini tartışmaya açtıracaklarını belirten sözcükler döküldü.Demirel bunu tehdit olarak algıladı ve bakın Tansu Hanım eğer erkek olsaydın, seni şu camdan dışarı atardım. Şimdi dışarı çık “diyerek son noktayı koydu.
Demirel görevi Çillere vermedi ve Ankara Refahsız bir hükümet için çalışmalara başlandı ve Mesut Yılmaz'ın başbakanlığında DSP ve DTP'den oluşan Anasol-D hükümeti kuruldu
ELDEN KAYAN ANAYASA KİTAPÇIĞI VE “NANÖR KEDİ” : 19 şubat 2001 tarihinde MGK toplantısında Sezer, Anayasa'yı havaya kaldırarak “Denetimin denetimi bal gibi olur. İşte Anayasa, Anayasayı bilmiyorsunuz' diyerek elinde tuttuğu Anayasa'yı Ecevit'e bakarak, masaya doğru fırlattı. Bu tavır üzerine önce Ecevit, sonra da Yılmaz toplantıyı terk ettiler. Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan Anayasa'yı aldı ve Sezer'in bulunduğu yöne doğru aynı yöntemle fırlattı. Özkan'ın salondan çıkarken söylediği "nankör kedi" sözü siyaset tarihine geçti. Tarihe geçen sadece “Nankör kedi” sözü değil Anayasa kitapçığı fırlatma krizi de tarihte yerini alırken IMF raporlarında dahi bu ad ile yer aldı. Kitap fırlatmaya maal edilen çok ciddi bir ekonomik kriz tarihte kara çarşamba olarak yerini alan 21 şubat ta piyasaların altüst olması ile kendini gösterdi 2001 krizi , Anayasa kitapçığı krizi, Ecevit krizi ne derseniz deyin sonuçları ağır olan bir kriz yaşandı.
AKP DÖNEMİ KRİZLERİ
2002Yasaklı genel başkanın seçilememesi; AKP iktidarının ilk krizi genel başkanlarının yasaklı olması nedeni ile seçilememesi olmuştur. Anayasa maddesi değiştirildi ancak Sezer ilk önce yasayı “kişiye özel” diyerek veto etti ancak sonra kabul etti . Yasadaki değişiklik ve Siirtte yapılan seçimlerin iptal edilmesiyle bu kriz aşılmıştır.
2007 Cumhurbaşkanı krizi :Erdoğan Sezerin görev süresinin dolması üzerine “Adayımız kardeşim Abdullah Gül’dür” demesi ile ikinci kriz başladı. Yargıtay başsavcısı (şimdinin Ergenekon sanıkları arasında)Anayasaya göre Cumhurbaşkanı seçme sayısı 367 dir dedi. Oylamaya Erkan Mumcu ,DYP ve CHP’ nin katılmaması ile çoğunluk sağlanamadı. 357 oyla yapılan seçimleri CHP Anayasa Mahkemesi'ne taşıdı. 27 Nisan tarihinde 'muhtıra' verildi. Anayasa Mahkemesi, 3 gün sonra, 367 gerekçesiyle mecliste yapılan oylamayı iptal etti. 22 Temmuz tarihinde seçim yapılması kararı alındı.Seçim sonrası AKP %47 oy alarak mecliste %60 çoğunluğa sahip oldu ve MHP’ nin desteğiyle Gül’ün Köşke çıkmasını sağladı.
Kapatma davası: Yargıtay Cumhuriyet baş savcısı Abdurrahman Yalçınkaya 15 Mart 2008 tarihinde 'laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğu' gerekçesiyle AKP hakkında kapatma davası açarak, Gül ve Erdoğan da dahil 71 AKP'li için siyasi yasak istedi. Anayasa Mahkemesi 4 ay sonra, 30 Temmuz 2008 tarihinde AKP hakkındaki kararını verdi. AKP'nin 'laikliğe aykırı fiillerin odağı' olduğunu belirtmesine rağmen sadece Hazine'den verilen yardımın bir miktarının kesilmesi kararını verdi.
Türban,Katsayı, yargı,darbe iddiaları : Türban AKP hükümetinin üzerinde ısrarla durduğu ve gündemi çok meşgul eden bir konu türban konusunda İstediği düzenleme 6 haziran 2008 de iptal edildi.İmam Hatiplerin önünü açtığı belirtilen YÖK'ün üniversite girişlerindeki katsayı düzenlemesi ise Aralık 2009, ocak ve şubat aylarında 3 kez Danıştay tarafından iptal edildi. Konu henüz çözülmüş değil. Erzincan Cumhuriyet Savcısı'nın gözaltına alınıp tutuklanması ve HSYK' nin Erzurum savcılarını görevden alması, yargıda yetki krizine neden oldu.Eski ordu mensuplarına yapılan operasyon ile bu kez hükümet ve ordu arasında kriz yaşandı.
Belgin.ugrayan@gmail.com

13 Nisan 2010 Salı

Cumhuriyet tarihine damgasını vuran ekonomik krizler

Cumhuriyet tarihine damgasını vuran krizler
1929 KRİZİ-İLK KRİZ Dünya da büyük buhran olarak tarihte yerini aldı. Cumhuriyetin de ilk krizi olarak.
1948 KRİZİ İkinci dünya savaşının başlaması ile tetiklendi. Türkiye devalüasyonla ilk bu krizde tanıştı.
1954 KRİZİ 1950-54 yıllarında dış sermayeye açılma ve serbest piyasa ekonomisine geçiş dönemi başladı. Kore Savaşı nedeniyle dünya piyasasında hammadde fiyatları çok primlendi. Kredili ithalat uygulamasına geçildi Dış borç yükü ve kamu açıkları arttı.
1958 KRİZİ Dışarıdan sermaye ithaline ayarlanmış serbestleşme programı 1958 krizini hazırladı. Ağustos ayında Türkiye IMF ile bir istikrar programı uygulamayı kabul etti. Devalüasyona gidildi. Dış ticaret açığı büyüdü.Türkiye 1959 yılında hayat pahalılığında Brezilya’dan sonra dünya ikincisi idi.
1969 KRİZİ 1969’da Türkiye hafif bir krizle sarsıldı. IMF programı yürürlüğe kondu. Türk parası devalüe edildi. 1971’de darbe yapıldı.
1974 BİRİNCİ PETROL KRİZİ 1974 yılında petrol fiyatlarının patlayarak 4 katına çıkması Türkiye ekonomisini olumsuz etkiledi. Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekatı ile birlikte batılı ülkelerin üstü örtülü ekonomik ambargosu başladı. Bütün dünya petrol tasarrufuna yönelirken Türkiye petrole sübvansiyon vererek tüketimi patlattı. Dış ticaret açığı korkunç şekilde artış gösterdi. 769 milyon dolardan önce 2.3 milyar dolara fırladı. Türkiye o yıl 303 milyon dolarla rekor bir bütçe açığı verdi. Turizm ve işçi gelirleri düştü. İstihdam sorunu büyüdü. Türkiye yeni bir darboğazın eşiğine geldi.
1978 KRİZİ Dönemin hükümetleri düşük faizli kredileri hiç ödenmeyecekmiş gibi alıp kullandılar. Önemli miktarlarını da har vurup harman savurdular. 1970 yılında 1.8 milyar dolar olan borcumuz , 1977 yılında 10 milyar dolara çıktı. 1978 yılında kısa vadeli borçların toplam borç içindeki payı yüzde 52’ye ulaştı. 1978’de kriz patladı.
1979-1980 İKİNCİ PETROL KRİZİ OPEC üyeleri petrol fiyatını 1979 ve 1980’de ikinci kez yüzde 150 oranında artırdı. Bu şok Türkiye’yi yoğun ekonomik kriz yaşarken yakaladı. İşsizlik oranı yüzde 20’lere yaklaştı. Enflasyon yüzde 63.9’a yükseldi. 1979-1980 petrol krizi, halkı 1974 petrol krizinden daha fazla etkiledi. Pek çok temel tüketim maddesi karaborsaya düştü. Benzin, tüp, ampul bulunamıyordu. Hükümet enflasyonu kontrol altına almak, dış kaynak açığını kapatmak ve ekonomiyi yeniden işler hale getirmek için ünlü “24 Ocak kararları”nı yürürlüğe koydu. 24 Ocak kararlarıyla birlikte TL % 48,6 oranında devalüe edildi.
1986 KRİZİ Darbenin ardından 24 Ocak kararları yürürlüğe kondu. Alınan tedbirler sonucunda 1978’de 2.3 milyar dolar olan ihracat 1983’te 5.7 milyar dolara çıktı. Anılan yıl dış ticaret açığı 3.6 milyar dolar, bütçe açığı ise 2.5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bütçe açığının ulaştığı rakam, bir önceki yıla göre yüzde 150 artışı işaret ediyordu. 1986 yılında kamu harcamalarının artması nedeniyle ekonomik dengesizlik yaşandı ve devalüasyon yapıldı.
1988-1989 KRİZİ Kamu açıklarındaki artış ve mali piyasalardaki dalgalanma sonucunda faizler yükseldi. Döviz rezervi azaldı. 1989 yılına gelindiğinde Türkiye dışa açık serbest piyasa ekonomilerinden biri oldu. Kısa vadeli borçlar, toplam borçların yüzde 19’unu buldu. Ticari bankaların döviz açığı büyüdü. Stagflasyon sürecine girildi. Türkiye yeniden krize girdi. Türkiye’de 1991, 1994 ve 1999 yıllarında üst üste krizler yaşadı. 1994 ve 2001 krizleri karakteristik olarak diğerlerinden farklıydı. Krizler bankacılık sektörünü vurdu ve çok sayıda bankanın faaliyetleri durduruldu.
1991 FİNANSAL KRİZİ 1991 krizini Körfez krizi tetikledi. . Büyüme hızı yüzde 0.3’e düştü. Kriz etkisini bir yıl gösterdi.
1994 FİNANSAL KRİZİ Kısa süreli ama çok şiddetli oldu. Kriz 1993 sonlarında başlayıp 1994’te patladı. İçeride zaten üstüste iki yıldır sürmekte olan temel dengesizliklerin üzerine Avrupa para piyasasındaki kargaşanın eklenmesi krizi tetikledi. Cari açık da 1 milyar dolardan 6.4 milyar dolara fırladı. Dış borç stoku 12 milyar dolar artış gösterdi. Kısa vadeli borçlar 18.5 milyar dolara fırlayarak tarihi bir rekor kırdı. 1994 tam bir felaket yılı oldu. Toplam net sermaye çıkışı 4.2 milyar dolara vardı. Faiz hadleri Hazine bonolarında yüzde 400’ü aşarken TEFE yüzde 121, TÜFE yüzde 106’e yani üç haneli rakamlara sıçradı. GSMH’da yüzde 6’ya varan daralma olurken işsizlik yüzde 20’ye vurdu. Krizde yarım milyon kişi işinden atıldı..
1998-99 KRİZİ 1998’de Asya-Rusya krizi, Türkiye’yi, enflasyonu düşürmek amacıyla harcamaları kıstığı ve istikrar programı uyguladığı sırada yakaladı. Krizi tetikleyen unsur, 6 milyar doları aşan sıcak para çıkışı oldu. Faizi yüksek, vadesi kısa borç birikimi 1999 sonunda Hazine’yi iç borçları artık döndüremediği noktaya sürükledi. Aralık 1999’da hükümet IMF ile stand-by anlaşması imzaladı.
2001 KRİZİ (BÜYÜK ÇÖKÜŞ) Stand-by anlaşmasının ardından 2000 yılında devreye giren istikrar programı büyük çöküşün baş sorumlusuydu. Türkiye döviz kurunun çapaya bağlanmasıyla çıkmaz sokağa girdi. Cari işlemler açığı giderek büyüdü ve yıl sonunda 9.8 milyar dolara çıkarak tarihi bir rekor kırdı. Dolar çapası nedeniyle toplam kısa vadeli borçlar 28.9 milyar dolara, toplam dış borç stoku 114.3 milyar dolara çıktı. Yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayınca gecelik faizler göklere tırmandı ve Türkiye tarihine “Kara Çarşamba” olarak geçen 22 Kasım 2000’de para krizi patladı. 13 banka ve çok sayıda aracı kurum battı. Kasım kriziyle artan faizler ve ödeme güçlüğünee düşen bankaların vadesi dolmayan kredileri geri çağırması, iç pazarın daha da daralması bunda büyük rol oynadı. 19 Şubat’ta Çankaya Köşkü’nde yaşanan Anayasa kitapçığı tartışması krizi patlattı.
2009 küresel kriz ABD’de kredi kriziyle başlayan sorun finans piyasalarına yansıyınca dalganın boyu da arttı. ABD’de birçok banka tarihe karıştı, bazı bankacılık modelleri rafa kalktı. Temel olarak krizin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz. Mortgage kredilerinin yapısının bozulması, faiz yapısının uyumsuzlaşması, konut fiyatlarındaki balon artışlar, menkul kıymetlerin fonlanmasında yaşanan sıkışıklık, kredi türev piyasalarının genişlemesi ve kredi derecelendirme sürecindeki sorunlar. Türkiye içinde durum kısaca iç ve dış piyasalarda yaşanan durgunluk, temel mal fiyatlarında yaşanan gerilemeler, uluslararası finans sistemindeki daralmalar, reel sektörü ciddi anlamda olumsuz etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir.
Cumhuriyet tarihimizde şöyle bir baktığınızda gördüğünüz üzere krizlerden başımızı kaldırmadan oh demeden bir yaşam geçmiş. Acaba kriz olmadan yada geçmiş krizin bıraktığı izleri temizlemeden refah içinde yaşamak nasıl olurdu ?
Hani şu dört tarafı denizlerle çevrili bitmez tükenmez yer altı yer üstü zenginlikleri ile dolu cennet Türkiye’mizin bu tanımı sadece yazılarda değil de gerçek olsaydı bu ülkenin vatandaşları bu zenginlik ve güzellikleri doyasıya yaşayabilseydi ne kadar doyumsuz olurdu değilmi?
Bir sonraki sayımızda siyasi krizleri ve ekonomik krizlerle birlikte artı ve eksi etkilerine göz gezdireceğiz.

GÜNDEMDE NE VAR???

GÜNDEMDE NE VAR???
Türkiye’nin tek bir gündemi var o da İŞSİZLİK. Ancak gündemde olmayan tek bir konu var o da İŞSİZLİK!!!!
02.03.2010 Devletin resmi istatistik kurumu olan TÜİK 2009 yılı işsizlik rakamını açıkladı. Son 10 yılın en çarpıcı rakamları açıklandı. 2000 yılında Türkiye’de işsizlik rakamı %6,5’tu ve bu rakam çok ciddi sonuçları olan 2001 mali krizinin sonrasında %10,3 olarak açıklanmıştı.
Şu an içinde bulunduğumuz ve ülkemizi teğet geçen küresel krizde ise ulaşılan işsizlik rakamı oranı %14 olmuştur. 2008 yılında % 11 olan oran %3 artış göstererek %14’e yükselmiştir. Başka bir deyişle Türkiye’de işsiz sayısı 860.000 kişi artış göstererek 3.471.000 kişiye ulaşmıştır.
Genç nüfusta işsizlik oranı %25,3 olarak açıklandı, geçen yıl bu oran %20,5 seviyesindeydi.
Bunlar resmi rakamlar resmi olmayan rakamlara göre işsizlik rakamını tahmin etmek dahi istemiyorum. Zira hepiniz çevrenizdeki işsiz sayısına şöyle bir bakarak tahminde bulunabilirsiniz.
Peki bu rekor rakamlar sonucunda şöyle bir baktım ne yapılıyor diye HİÇ……
Konuşulmaya değmeyen bir konu!!!! Acaba sebebi teğet geçen ekonomik kriz olabilir mi?
Peki bu sonuçlar teğet geçmenin göstergesi mi oluyor?
Şubat ayında Türk-iş in yaptığı araştırmada Türkiye’nin açlık sınırı 843 TL yoksulluk sınırı 2.746 olarak belirlendi.
Türkiye’de asgari ücret net 576,57 TL, ortalama emekli maaşı 750 TL. Şimdi Türkiye’nin % 14 işsizlik oranı ile birlikte çalışan ve emeklinin aldığı ücreti , yoksulluk ve açlık sınırı rakamları ile karşılaştırıyorum bu ülkede en önemli gündem ne olmalı diye soruyorum kendime ve herkese.
Lütfen artık uyanalım gerçeklere bakalım. Sosyal devlet olmanın en birinci ayağına halkımızın sosyal güvencesine şöyle bir göz atalım neler oluyor diye…
Tarım öldü, sanayi can çekişiyor, her zaman gurur duyduğumuz genç nüfusumuz her geçen gün artıyor ancak çok ciddi bir işsizlik oranı ile birlikte.
Ekonomideki durgunluk devam ettikçe işsizlik sorunu her geçen gün artarak devam edecek. İvedilikle istihdam artıracak, işsizliğin hızını kesecek politikalar üretilmeli. Bu sorun çığ gibi büyüyor ve halkın üzerindeki psikolojik etkisi ayrıca incelenmesi gereken bir durum.