24 Ağustos 2009 Pazartesi

DERS ALINACAK ÖYKÜLER -6-


BALIKÇI VE YAŞLI İŞ ADAMININ ÖYKÜSÜ

Balıkçının öyküsü, basit bir hikayedir, sonu çok basittir ama o basitlik, amaç ve araç hakkında çok şey anlatır.

Bir zamanlar küçük bir sahil kasabasında, mutlu mesut yaşayıp giden, otuzuna merdiven dayamış, bir balıkçı varmış. Hergün sabah kalkar, kayığına atlar, denize açılır, öğlen güneşi tepeye çıkana kadar balık avlar, öğlen güneşi tepeye varmak üzereyken limana gelir, topladığı balıkları, hemen orada yapılan mezatta satarmış. Balıklardan kazandığıyla, ailesi ile birlikte mutlu yaşayıp gidermiş balıkçı.


Derken günlerden bir gün tam da mezat sırasında, iyi giyimli yaşlı bir bey balıkçının yanına gelmiş ve balıkların hepsini toptan almak istediğini, misafirlerinin İstanbul’dan geleceğini, onlara ikram edeceğini söylemiş. “Ne kadar istersin hepsine?” demiş.
Balıkçı her gün mezatta satabileceği fiyatı söylemiş. Yaşlı ve iyi giyimli adam,


“Ben İstanbul’da bunun bir porsiyonuna bu parayı veriyorum! Sudan ucuz vallahi” demiş.


“Burada balık çok. O yüzden burada balık bu fiyata. İstanbulu bilemem” demiş balıkçı.


“Sana bir on kağıt versem, bunları eve kadar getirir misin? Gelirken arabayı getirmedim de!”


“Olur” demiş balıkçı ve balık kasasını aldığı gibi ihtiyar adamla yürümeye başlamış. İhtiyar adam büyük bir şirketler topluluğunun sahibiymiş. Şimdi şirketlerini oğluna bırakmış ve kendisini dünyayı dolaşmaya vermiş. Burası dünya turundan sonra uzun yerleşmek istediği ve emekliliğinin keyfini sürmeyi istediği kasabaymış. Yakın zamanda kendine bir motor almayı ve sık sık balığa çıkmayı istiyormuş.


“Demek balık çok burada. Günde kaç saat çalışıyorsun? ”


“Sabah çıkıyorum, öğlene kadar çalışıyorum”


“Öğlene kadar mı?”


“Evet” demiş balıkçı.


“Peki öğleden sonra ne yapıyorsun?” demiş ihtiyar adam.


“Öğleden sonra da, dinleniorum, ailem ve arkadşlarımla zaman geçiriyorum.”


“Tembelik ediyorsun yani” demiş bıyık altından gülerek yaşlı adam.


“Tembellik mi? Yoo..


O sırada, iş adamın evine ulaşmışlar. Bahçeyi geçip evin kapısına gelmişler. Balıkları derin dondurucuya koyup tekrar bahçeye çıkmışlar. Yaşlı adam parayı balıkçıya vermiş. Sonra yaşlı iş adamı bu iyi kalpli balıkçıya bir iyilik yapmaya hatta belki de balıkçıyı zengin bir adam yapmaya karar vermiş.
Eh ne de olsa bu güne kadar yüzlerce adama yüzlerce kere tavsiyelerde bulunmuş, yüzlerce konferansta gözlerinin içine bakan genç öğrencilere ve genç girişimcilere fikirlerini anlatmıştı. Bu balıkçı da artık bunu hak etmiş olmalıydı. Belki de bir gün zengin bir balıkçı olarak karşısına gelecekti ve siz bayım, hayatımı değiştirdiniz diyecekti. Yaşlı iş adamı ise, mağrur bakışlarla, kaderini değiştirdiği yüzlerce zengin kişiye baktığı gibi bakacak, “Ben bir şey yapmadım, sadece kendi potansiyelinin farkına varmanı sağladım diyecekti.
Oysa, yaşam ironik süprizlerle doludur ve hayata kendi penceresinden bakan kişilere bu süprizleri sunmaktan pek ustadır. Yani öykünün sonunda kimin zengin, kimin ise fakir olacağına hayatın kendisi karar verir.
Yaşlı adam, balıkçının parasını verdikten sonra, “Hele şurada bir soluklanalım” demiş bahçedeki kamelyayı göstererek. “Sana anlatmak istediğim bazı şeyler var. Daha çok gençsin ve önünde uzun bir ömür var”
Balıkçı, ihtiyar adamın teklifine şaşırsa da, adamın ses tonundaki yardımseverlikten ve


meraktan kamelyaya oturup adamı dinlemeye başlamış.


“Günde kaç kilo balık tutuyorsun” demiş yaşlı adam.


“On veya onbeş kilo” demiş adam.


“Demek tam gün çalışsan otuz kırk kilo balık tutacaksın. Vay canına, burada balık gerçekten çok. Bu ciddi bir rakam.”


“Nasıl yani! Anlamadım” demiş balıkçı.


“Ayda yirmibeş gün balığa çıksan. Yirmibeş çarpı onbeş o da eşittir üçyüz yetmiş beş kilo eder. Bir ayda teknene bir motor alırsın ve tutacağın balık miktarı da iki katına çıkar.”


“İyi de bu ne işime yarayacak ki” demiş balıkçı.


“Sen beni anlamadın galiba. Sonra bir kaç ayda ikinci bir tekne ve motor alırsın. Hatta büyük bir motor alırsın.”


“Peki o kadar motoru kim kullabacak. Bir balıkçıyım ben!” demiş balıkçı şaşkın.


“Demek yavaş yavaş anlamaya başladın. İşte burası çok önemli. Artık patronluğa adım atıyorsun. Bir kaç adamı yayına alacak ve onları çalıştırmaya, diğer tekneleri onlara kullandırmaya ve daha çok balık tutmaya başlayacaksın.”


“İyi de bu kadar balığı ne yapacapım. Onu anlamadım! Burada kimse o kadar çok balığı yemez ki!”


“Üstüne iyilik sağlık. Hiç güleceğim yoktu. Geniş düşüneceksin, ileriye doğru geniş bakacaksın. Şimdi, o balık satışından ayırdığın parayla bir soğuk hava deposu kuracaksın. Belki biraz kredi de alman gerekebilir. Neyse, balıkları orada depolayacak ve anlaştığın bir lojistik firmasıyla balıkları istanbula göndereceksin.”
Balıkçı, yaşlı adamı hayretle dinliyormuş. Ona “Peki sonra ne olacak?” demiş.


“Sonra mı? Gördün mü, her şey kendi kendine oluşuyor. Eğer ipin ucunu yakalarsan ve doğru zamanda doğru hamleyi yaparsan turnayı gözünden vurursun. Deken işleri iyice büyütecek ve daha büyük motorlar alacak ve filonu genişleteceksin. Sadece bu kasabada değil, bu kente iş yapmaya başlayacaksın.


“O zaman o soğuk hava depoları da yetmeyecek. Sonra ne olacak o kadar balık. Helak mı olacak?” demiş balıkçı.


“Bak, her sorun bir fırsat aslında. Sorular, fırsatların kapılarıdır. Yeter ki doğru soruyu sormasını bil. Balık çoğalınca, bir balık işleme fabrikası kuracaksın. Konservesini yapacak, yağını çıkaracak, tüm ülkenin en iyi balık firmasının sahibi bile olabilirsin.”
Balıkçı, kendini koca fabrikanın patronu olarak düşlemiş. Yüzlerce işçi, yüzlerce balık. Yavaş yavaş üzerine bir ağırlık gelmeye başlamış. “İyi de bu benim ne işime yarayacak.


“Çok zengin olacaksın. İşi iyice genişletip tüm ege ve akdenizde bu tesislerden kuracak hatta karedenizde bile bu tesislerden açacaksın. Çok zengin olacaksın, çok ” demiş yaşlı adam. Anlatırken balıkçıyı da hayal ediyor ve onun o halinden keyif alıyormuş. Sanki kendi yükselişi ve şirketinin yükselişi gibiymiş balıkçının durumu.


“Çok zengin olmak ne işime yarayacak? Para her şey demek değil ki!” demiş balıkçı.


“Bak burada haklısın. Para bir süreliğine nefsini idare ediyor ama sonra paraya karşı köreliyorsun. Bu sefer, ün, başarı ve güç giriyor hayatına. Her yerde insanlar önünde iki büklüm oluyor. Bir sürü insan ağzından çıkacak tek kelimeye bakıyor. Her yere davet ediliyorsun. Yüzlerce binlerce iş adamı konferanslarda ağzından çıkcak o sihirli başarı kelimesine odaklanıyor. Gençler üniversitelerde ağzı açık seni dinliyor. Alında bunu sana anlatamam, yaşamak lazım.”


“Peki, tüm bunlardan sonra neler olacak?” demiş balıkçı.
Yaşlı adam, balıkçının meraklandığını ve hecesleniğini düşünmüş.


“Sonra şirketlerin büyüdükçe sen yaşlanacaksın ve dişinle tırnağınla kazandığın bu başarı imparatorluğunu emanet edecek birilerini arayacaksın. Bu aşamada iyi eğitimli çocukların devreye gircek ve şirketi onlara, başarıan başarı katsınlar diye devredecek onları uzaktan kontrol edeceksin. Onlardan emin olduğunda ise kenara çekilecek ve başarının tadını çıkarmaya başlayacaksın.” Burada biraz urmuş ve geniş bir soluk almış yaşlı adam.


“En tatlı kısım burası. Artık yaşlandın ve yoruldun. Belki de benim gibi yetmiş yaşına geldin. Artık şirketleri bırakıp güzel bir sahil kasabasında güzel bir ev, güzel bir motor alacak ve hayatının sonlarını bu muhteşem sahil kasabasında geçirecek ve hayatının son yıllarını mutluluk içinde geçireceksin.”


Balıkçı ihtiyar adama bakmış, bahçeden görünen denize bakmış.


İyi de ben zaten “Şu anda senin dediğini yapıyorum” demiş.


“Nasıl yani?” Demiş ihtiyar adam.


“Ben küçük bir balıkçıyım. Mutluyum. Bu kadar kazanmak bana yetiyor. Anlattığın şeyi zaten şu anda yapıyorum, o zaman dediğin şeyleri yapmama ne gerek var. Tüm bunları zaten şimdi yapıyorum. Mutluluğumu çalışma ve para karşılığı verip, en sonunda yıllar sonra o mutluluğa kavuşmaktansa, şimdi yaptığım gibi daha mutlu olabilirim değil mi? Bunun için çok paraya ihtiyacım varmı?”


İhtiyar iş adamı bir anda, yıllarının nasıl gittiğini, nasıl kendisini yıprattığını, daha da önemlisi amaç ve aracı birbirine nasıl karıştırdığını fark etmiş.


“Sen benden daha zenginsin balıkçı. Böyle devam et.” demiş iş adamı.
Balıkçı ihtiyar adama veda edip, sahile doğru yürürken, ihtiyar iş adamı, gelecek haftaki konferansında söyleceği ve herkesi etkiyecek o sözleri aklından geçiriyormuş.


“İş amaç değildir. İş daha mutlu yaşamak için bir araçtır. İşinizi severseniz, bu araç daha iyi çalışır. Amaç, mutlu bir yaşam sürmektir. Amaç gideceğiniz yerdir. İş sizi gideceğiniz yere götüren ve yolda sizi taşıyan araçtır. Önemli olan varacağınız yer yani mutluluktur. Bazı insanlar araca o kadar çok odaklanırlar ki nereye gideceklerini unutup kaybolup giderler”

16 Ağustos 2009 Pazar

DERS ALINACAK ÖYKÜLER ( 5 )


GELİNCİK HİKAYESİ


Hayatta hiç birşey göründüğü gibi olmayabilir. Önyargı iki ucu keskin bıçaktır.
Önyargı ve bencillik duygusu herkesin kolaylıkla içine düşebileceği iki büyük tuzak.

Her konuda ne kadar önyargısız olursak o kadar gerçeğe ve doğruya yaklaşırız.
Ön yargıyı çok güzel anlatan bir hikayeyi paylaşmak istiyorum.


Günün birinde uzaklarda bir köyde çocuğu doğmadan kocası ölmüş ve tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar.

Gelincik vefalıdır. Kadının yanından bir an bile ayrılmaz.

Her ne kadar evcil bir hayvan olsamasa da zamanla oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar Tek başına tüm zorluklara göğüs görmek ve yavrusuna bakmak zorundadır.

Günler geçer ve kadın bir gün bir kaç dakikalığınada olsa evden ayrılmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yanlız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür.

Anne çıldırmışcasına Gelinciğe saldırır ve oracıkta hayvanı öldürür.

Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir. Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür.

Einstein´in söylediği rivayet edilen bir söz var:

"İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor"


ÖNYARGININ OLMADIĞI ! HAYATLARINIZ OLMASI DİLEĞİYLE...